30 Haziran 2008 Pazartesi

In Bruges -2008-

Dünya henüz Martin McDonagh'ın adını diline dolamış değil. Nedeni ise henüz 2 yapımı yazıp yönetmiş olması. İlk eseri Six Shooter 2004'te gelmiş, 2006'da ise "En iyi Kısa Film Oscar'ı"na layık görülmüştü. Ondan sonra pek sesi soluğu çıkmayan Martin, 2008'de "In Bruges" yani Brüj'da adlı filmle geri döndü. Hem de ne geri dönüş...




Son zamanlar hikayesine güvenen filmler bir hayli az dikkat ederseniz. Bunların da zaten çok azı başarılı sayılabiliyor. In Bruges ise iki kısımda da sınıfı geçiyor; hem nefis bir hikayeye sahip hem de son derece başarılı.


Filmin %90'ında, iki kiralık katil olan Brendan Gleeson ve Colin Farell gözükmekte. Sandığınızın aksine sürekli birilerini öldüremeyecekler. Brüj'a yollanmalarının amacı aslında çok sıradan ama filme rengini veren kısım. Genel olarak karakterler sahip oldukları bozuk ruh hallerini yansıtmaya çalışıyorlar. Filmin neredeyse ilk yarısı onları tanımanızla geçiyor diğer yarısıysa pastanın en güzel dilimi. Ruhsal olarak gelişimler, cesur diyaloglar, ülkelere göndermeler hatta izleyiciyle alay geçmeler... Ne ararsanız var. İşin tuzu biberi olan kan ve et sahneleri de filmde tüm gerçekçiliğiyle bulunuyor. Bazı sahnelerde gözlerinizi kısmanız olası. Filmin dili zaten "fucking" o yüzden sorun yok :)


2008 yılı içerisinde mini aksiyonuna ve damarda patlayan hikayesiyle In Bruges kesinlikle izlenmeyi hakkediyor. Özellikle Farell'in hayranlarına sesleniyorum; adam kendisini bazı sahnelerde resmen aşıyor (güldürmek ve hüzünlendirmek adına) 8.2/10
Detaylı Bilgi için: http://www.imdb.com/title/tt0780536/

Download Link (alıntıdır):




Türkçe altyazı için TIKLAYINIZ

Jumper

Jumper, Doug Liman'ın yönetmenliğini yaptığı 2008 çıkışlı bir aksiyon filmi. Liman'ın daha önce imza attığı filmlere şöyle bir bakarsak, Bourne 1-2-3, Mr. & Mrs. Smith gibi bol adrenalinli filmleri görebiliyoruz. Bu da Jumper hakkında bize az çok fikir verebiliyor.

Jumper, aslında özünde türdeşlerinden biraz daha farklı bir film. Fragmanlardan da görüleceği gibi ortada insanüstü (süper) güçlerin olduğu belli ama diğer filmlerdeki gibi bu filmde bir "süper kahramanlık" olgusu yok. Oldukça bizden. Neden olduğunu anlamak için "Jump ve Jumper'ın" ne olduğuna değinelim.


Jump'lamak filmde mekanlar arası portal açabilmek anlamına geliyor. Bunun için önce Jump edilecek yerin görülmüş, zihinde yer edinmiş olması şart (X-Men 2'deki Nightcrawler'ın benzeri gibi). Jump sırasında zaman akışını bozulmuyor, portallar arasında geçerken maddenin kimyası değişmiyor ve bedende hasar oluşmuyor. Beden enerjisini almadığından istenildiği kadar yapılabiliyor. Bir anda pramitlerde, başka bi anda Sultan Ahmet Camii avlusunda olabiliyorlar Jumper'lar. Bu arkadaşların bir diğer özelliği de Jump sırasında arkasında bıraktıkları portalın belli bir süre içerisinde kullanıma açık kalması, ve Jumper olmayan bir insanı veya nesneyi de temas sayesinde istediği yere götürebilmeleri (beğendiğiniz bir mankenin yanında belirip onu istediğiniz bir tatil köyüne götürebilirsiniz) (fantaziye gel :))


Gözünüzün gördüğü, aklınızdan geçtiği yere anında gidebilmek, istediğiniz şeyi veya kişiyi peşinizden sürüklemek varken, kim süper kahraman olmak ister ki? İşte Jumper bunu bize kısmen gösteriyor.

Tabii ki her hikayede bir kötü karakter (gerçek anlamda kötü demesek de ana kahramana göre zıt düşen desek) bulunuyor. Samuel L. Jackson işte burada devreye giriyor ve bizim Jumper'ı terbiye etmeye çalışıyor. "Bizim Jumper" da modern Anakin Skywalker olan Hayden Christensen oluyor. Orta halli bir performans çıkardığını belirtmeliyim.

Film müthiş görsel efektlere sahip. Her Jump sırasında özel bir efekt ortaya çıkıyor ve Jump edilen yer orta halli hasar alıyor (sanki bir meteor oraya düşmüş gibi). Trafikte, suda, karada hatta havada edilen Jump'lar haliyle son derece güzel görsel efekt ziyafeti yaşatıyor herkese. Şahsen oldukça etkilendim.


Filmin en büyük başarısızlığı kendisini ve hikayesini izleyicilere aktaramamakta yaşanıyor. Ana kahramanın hikayesini biliyoruz ama geri kalanları bilmiyoruz? Bu bize filmin devam filmi geleceğini söylüyor (IMDB'de 2011 gibi bir tarih geçiyor) ama belli de olmaz. Sonuç itibariyle 90 dakikalık, seyri hoş, aksiyonu idare eder, patlamış mısırınıza zevkle meze olabilecek bir film Jumper. 6/10
Ayrıntılı bilgi: http://www.imdb.com/title/tt0489099/

Fragman için TIKLAYIN


Download Link (alıntıdır):


Jumper[2008]DvDrip.AC3-aXXo


http://rapidshare.com/files/124962285/Jumper-aXXo.part1.rar http://rapidshare.com/files/124946880/Jumper-aXXo.part2.rar http://rapidshare.com/files/124934991/Jumper-aXXo.part3.rar http://rapidshare.com/files/124740271/Jumper-aXXo.part4.rar http://rapidshare.com/files/124740103/Jumper-aXXo.part5.rar http://rapidshare.com/files/124776007/Jumper-aXXo.part6.rar http://rapidshare.com/files/124784992/Jumper-aXXo.part7.rar


Türkçe Altyazı için TIKLAYIN

26 Haziran 2008 Perşembe

Yeni Superman 2009'dan sonra...


Superman Returns'ün ardından 2 yıl geçti ve tam da "Ne iş? Sesi soluğu çıkmıyor bunların!" derken, filmdeki Clark / Superman rolünü oynayan Brandon Routh'tan bir açıklama geldi.

Superman Returns'ün devamı niteliğinde olacak filmin senaryosunun bitmek üzere olduğunu ve çekimlere 2009'da geçileceğini söyledi! Filmin çıkış tarihini şimdiden bilmek imkansız ama sanırız ki 2011'e sarkacak.

24 Haziran 2008 Salı

Stallone ve Schwarzenegger Bollywood'ta rol alacak ama...



..."Ama"sı şu; Sylvester Stallone ve Arnold Schwarzenegger amcamız ilk kez Bollywood'ta rol alacak. Filmin adıysa Increadible Love. İşin ilginç tarafıysa film Hollywood'ta, Universal stüdyolarında çekilecek (Hollywood'ta çekilen ilk Bollywood filmi olacak).

Ayrıca filmde Ashkay Kumar and Kareena Kapoor'da yer alacak.Yönetmen Sajid Nadiadwala, Stallone'nin ve Arnold'un (soyadı zor diye yazmaya üşeniyorum valla) Hint sinemasının gelişmesinde büyük rol alacağını da vurguladı. Filmin bütçesi 21 milyon dolar kadarmış. Bu da şu ana kadar ki en yüksek bütçeli Hint filmi olarak tarihte yerini alacak (bir filmde amma "ilk" oluyor yaw).

Batman:The Dark Knight geliyor...


Artık daha ne kadar sabredebilirim bilemiyorum…

Serinin bir anda en iyisi olabilecek kadar potansiyel gördüğümüz yeni filmde heyecan kadar hüzün de var aslında. Malum, genç yaşta kaybedilen Heath Ledger, filmi buruk izlememize sebeptir. Michael Caine hazretlerinin kendisine yönelik son derece heyecan arttıran övgülerinin karşılıksız çıkacağını düşünmüyorum gerçekten de. Rolü olan her sahnede, set ekibi ve oyuncuları oldukça etkilemiş ve büyülemiş olduğu düşünülürse başlangıçtaki sabırsızlığım için referans olabilir sanırım.

Filmin çıkan her yeni görselinde iki dudak arası mesafenin gittikçe açıldığı göz önünde tutulursa bu yaz gerçekten çok sıcak olacak.Kayda geçsin....

Filmin web sitesine göz atmakta fayda var: http://thedarkknight.warnerbros.com/

Filmin vizyon tarihi 25 Temmuz 2008.


Wanted'a çeyrek kala...

Angelina Jolie, Morgan Freeman ve James McAvoy'un başrollerini üstlendiği WANTED, bir Timur Bekmambetov filmi...

Timur'u Night Watch filmlerinden hatırlarsınız. Kendisi görsel efektleri ve abartıyı sever.
Fragman'dan da göreceğiniz gibi, görsel efektler en az Angelina kadar güzel.
27 Haziran'da Türkiye'de de gösterimde olacak.

Untraceable/Öldür.com

The Incredible Hulk'ı izlemek için Forum Bornova AFM'ye gittik ve filmin tüm seansları Türkçe dublajlı olduğu için vazgeçtik. "Hadi Öldür.com'agidelim"dedik, demezolaydık.com resmen yani.
Unfaithful'da bir kocasıyla bir sevgilisiyle iş pişiren Diane Lane artık iyice yaşlanmış efendim. Film ona ve Tom Hanks'in oğlu Coln Hanks'e rağmen tat vermiyor. İlk yarısının sonlarına doğru uyandığımda "ara verildi mi?" gibi bir sordum, o derece yani :) İnternet üzerinden işlenen suçlara, internetin ve basının nasıl kötü amaçlar için kullanılabileceğine, sömürü haber anlayışının ve vahşet görüntülerinin cezbedici gücü üzerine mesajlar vermeye çalışan ama bunu kütük gibi yapan bir film açıkcası. Sonlara doğru tansiyon iyice artıyor ve polisiye gerilim tadı almaya başlıyoruz ama o zaman da film bitiyor. İlginç öldürme yöntemleriyle artı kazanmaya çalışsa da çok daha parlak fikirlere daha önce şahit olmuştuk Saw, Hostel ya da Frontier(s) gibi yeni dönem torture horror filmlerinde. E haliyle tüyleri ürperten tek şey salona püfür püfür üfleyen klima oluyor. 5/10










23 Haziran 2008 Pazartesi

(John Carpenter's) Escape From New York



Hazır Metal Gear Solid 4, PS3'e gelmişken, dedim Kojima'nın favori filmlerinden ve oyunun en büyük esin kaynağı olan Escape from New York'u bir kez daha izleyeyim.


1981'de John Carpenter'ın ve Nick Castle'ın yazdığı, J.C.'ın yönettiği bu kült film şüphesiz hala popülerliğini koruyor. Örneğin bu sayfada da görebileceğiniz Doomsday, bu filmden bir hayli esinlenmiştir ve Neil amca da zaten bunu ifade etmiştir (Mad Max de bir diğer esin kaynağıdır).


Filmimiz 1998'de geçmektedir. NY'ta suç oranı %400 artmış ve sokaklara artık kaos hakim olmuştur. Bunun üzerine NY duvarlarla bir hapishaneye dönüştürülmüştür. Eğer bir kez içeri girerseniz, bir daha dışarı çıkamazsınızdır. Ama bu kural Amerikan başkanının bir saldırı sonucu NY'a düşmesiyle bozulacaktır çünkü başkanı kurtarmak için, ömür boyu hüküm giyen Snake Plissken görevlendirelecektir. Zaman dolmadan başkanı sapa sağ geri götürebilirse Snake, özgür kalacaktır (Snake'i 1996 yapımı Escape from L.A.'de tekrar göreceğiz)... Snake şehre girdikten sonra filmin harikuladeliği ortaya çıkmaktadır.

The Warriors'ı andıran talan edilmiş sokaklar, suçun sıradanlaşması, halkın fukara yaşaması, yavaş yavaş yayılan çürüme ve hayatta kalma mücadelesi, filmin her karesine çok iyi yansımış. 80'ler aksiyon filmlerini sevenler az çok neler demek istedim anlamıştır sanırım.

Özellikle Plissken'i canlandıran Kurt Russell, filmin ikinci yarısı döktürüyor. Tam bir piç diyebileceğimiz türde bir karakteri canlandıryor ve anti-karhraman etiketini sonuna kadar taşıyor. Hayatta kalmak, çıkarlarını korumak için yapmayacağı şey yok.

Şu sıralarda da filmin RE-make'i söz konusu. Tabii ki filmin başında kimler olacak, kimler oynayacak; bunlar çok önemli ama The Fog olsun, Halloween olsun, bunların re-make'lerinin durumu ortada. O yüzden bu filmin tekrar çekilmemesi taraftarıyım.

Filmi de tüm J. Carpenter hayal gücünü sevenlere, MGS hayranlarına ve New Yorklu'lara (ne alakaa?) öneririm... 7.4/10



Download Link (alıntıdır):
Escape.From.New.York.1981.WS.DVDRip.XviD.iNT-EwDp



22 Haziran 2008 Pazar

J.J. Abrams'tan yeni dizi: FRINGE


Alias, Lost, Cloverfield gibi yapımların arkasındaki isimi hepimiz biliyoruz; J.J. Abrams... İşte bu abinin de aralarında bulduğu bir ekipten yep yeni bir dizi geliyor FOX TV'ye.

Dizimizin adı Fringe. 10 milyon dolara mal edilen pilot bölümü, geçenlerde yayımlandı. Süresi 90 dakika kadar ve daha ilk sahnesinden sonra "Oha lan! Neler oluyor!" dedirtebiliyor.
Dizi, Lost gibi bir geçmişe, bir şimdiki zamana, bir gelecek zamana gidecek gibi gözükmüyor pilot bölümüne bakarak. Ama bir o kadar gizemli ve çarpıcı bir dizi Fringe. Bol bol görsel efektlere sahip ve fena da değiller. Oyunculuk da keza öyle. Ne çok iyiler ne de kötüler. Özellikle Joshua Jackson'dan sonraki bölümlerde güzel
performas bekliyorum.
Dizinin start vereceği tarih 26 Ağustos 2008. O güne kadar pilot bölümüyle idare edeceğiz :)


Download Link (alıntıdır):

Fringe.S01E01.DVDSCR.XviD-MEDiEVAL

Alt yazı için Tıklayınız.
Detaylı bilgi için:




"Drive" by Neil Marshall (2009/pre-production)

Yüzeyde gürültü-patırtıdan geçilmeyen thriller filmler çeken biri gibi görünse de Neil Marshall'ın filmlerine bir çok farklı açıdan yaklaşmak mümkün. The Descent'ın mağaraya iniş sahnesini Sarah'ın bilinçaltına inişi, hayatındaki boşluklarla ve şüphelerle mücadele edişi olarak izleyebiliriz. Dogsoldiers ve The Descent insanoğlunun evriminin farklı örneklerini sergilediği için üzerinde konuşulabilir (konuştuk epey ordan biliyoruz yani haha). Doomsday ise günümüzün saldırganlığı ile medieval dönemlerin gözü kör muhafazakar anlayışını çakıştırdığı için ve bunu beklenmedik bir bulamaç halinde yansıttığı için film sonrası çok seksi konuşma sekansları vaad ediyor efendim :) Ha ne diyorduk, Drive isimli bir film söz konusu. 2009 yılında vizyona girecek. Afişi hazır değil ve konusu henüz tam olarak şekillenmediği için bahsetmemize gerek yok. Ben yine merakla bekliyor olacağım filmi. Film hakkında verebileceğim tek bilgi şu: Bu filmin de baş harfi "D". Bu filmle birlikte Marshall'ın gizli "D Quadrilogy"sini tamamlayıp alfabenin en az ilgi gören harfini onurlandırması bekleniyor. valla.

Doomsday

The Descent ve Dog Soldiers ile gönlümde taht kuran Neil Marshall’cığımın son çalışması Doomsday için de hiç düşünmeden "inanılmaz" demek isterdim ama maalesef bu o kadar kolay değil. Dehşetengiz açılışında parmakları ısırtan, devamında dumura uğratan, sonlarına doğru iyice çığrından çıkan ve hatta kontrolü epey kaybeden bir film olmuş kendisi. Marshall’ın hayalgücü iyice rahatsız bir hal almış çünkü her şey beklenenin tam tersi bir şekilde gelişiyor. 2032 yılında teknolojik silahlarla donanmış askerlerin infected insanları katlettiği şehir manzaralarından spoil etmek istemediğim yerlere geçiyor film ve iyice absürd bir hal alıyor. Madmax demek istemiyorum, Mists of Avalon demek istemiyorum, Gladiator ya da Lord of the Rings hiç demek istemiyorum. Dersem spoiler olur çünkü, hehe. Çok garip bir film olmuş. Yine de ilginç bir hayalgücüne şahit olmak isteyenlere öneriyorum. Klasik "bulaşan virüs, yok olan ve karantina altına alınan şehirler" hikayesinin nasıl bambaşka bir hikayeye dönüşebileceğini görmek için bile izlenebilir. Neil Marshall’ın iyice kafayı sıyırmış olduğu açık. Bu açıdan bence ayakta alkışlanacak bir film ama diyaloglar, oyunculuklar ve bazı sahneler ne kadar başarılı olmuş, tartışılır. 7/10

film hakkında bilgi için: http://www.imdb.com/title/tt0483607/













Download Link (alntıdır):
Doomsday 2008 DVDRip XVID AC3-STZBG


http://rapidshare.com/files/119666158/Dd___80Dr.part01.rar http://rapidshare.com/files/119669571/Dd___80Dr.part02.rar http://rapidshare.com/files/119673068/Dd___80Dr.part03.rar http://rapidshare.com/files/119676842/Dd___80Dr.part04.rar http://rapidshare.com/files/119680071/Dd___80Dr.part05.rar http://rapidshare.com/files/119683211/Dd___80Dr.part06.rar http://rapidshare.com/files/119686285/Dd___80Dr.part07.rar http://rapidshare.com/files/119688957/Dd___80Dr.part08.rar http://rapidshare.com/files/119691825/Dd___80Dr.part09.rar http://rapidshare.com/files/119694494/Dd___80Dr.part10.rar http://rapidshare.com/files/119697040/Dd___80Dr.part11.rar http://rapidshare.com/files/119699681/Dd___80Dr.part12.rar http://rapidshare.com/files/119702415/Dd___80Dr.part13.rar http://rapidshare.com/files/119705115/Dd___80Dr.part14.rar http://rapidshare.com/files/119666084/Dd___80Dr.part15.rar


Şifre: johnas
Altyazı: http://www.divxplanet.com/sub/s/90877/Doomsday.html

20 Haziran 2008 Cuma

Izgnanie (The Banishment) / Sürgün

2003 yılında Rus yönetmen Andrey Zvyagintsev'in 'yüz kişi izlesin yeter' dediği filmi The Return o kadar etkileyici bir film oldu ki, Altın Aslan dahil 30 civarı ödül kazandı. Beni en çok ilgilendiren ödülüyse benim tarafımdan 'kainatın en iyi filmi' olarak seçilmesiydi:). Yönetmenin ikinci filmi The Banishment ise tam dört yıl sonra geldi ve ilk filmi gibi sabırlı seyircilere hitap ediyor, üstelik bu film 2.5 saati aşan süresiyle çok daha ilgi ve şefkate muhtaç.

Zvyagintsev en az ilk filmi kadar lacivert ve yağmurlu, hatta ondan daha donuk, anlatmadan anlattığı (o ne demekse artık) bir film çekmiş. Dini okumaların mümkün olduğu film (Sürgün-Cennetten kovulma metaforu ve bunun filmin konusuna yedirilişi, bunun dışında başka bir tepe sembol) ihanet, bağışlama, sevgi, ölüm, kabuk bağlayan savunma mekanizmaları, diyalogsuzluk ve sessizlik üzerine yoğunlaşıyor. Ha ağır film hakikaten, öyle ki The Return gibi havada asılı kalan, tekinsizlik hissi uyandıran mesafeli bir film bile bunun yanında duygu sömürüsü yapan yılışık bir filme dönüşüyor resmen. İlk filmde de başrol oynayan Konstantin Lavronenko’nun canlandırdığı babanın altında kaldığı katmanlar, karısının (Maria Bonnevie – Avrupanın Nicole Kidman’ı yemin ederim) bunları delip kocasına ulaşamayışı vs. çok şık bir dille anlatılıyor.

Artık iyice emin olduğum ve 'Ben bu Andrey Zvyagintsev denen adama neden aşığım yahu?' sorusuna yanıt olduğunu sandığım bir şey var; bu adam sadece iyi bir yönetmen değil, aynı zamanda çok yetenekli bir fotoğrafçı. Film boyunca çerçeveleri özenle belirlenmiş hareketli tablolar salya akıttırıyor. Müzikler kendi aleminde takılıyor. Çok geriden, kendi çapında gelip gidiyor. Tüylerin diken diken olmasına yardımcı olduğu yerler de var elbet. Yukarıda da belirttiğim gibi Zvyagintsev’e aşığım. Muhteşem bir film ama The Return hala hayatımda izlediğim en iyi film. 9/10

Detaylı bilgi için: http://www.imdb.com/title/tt0488905/


Download Link (alıntıdır):

http://rapidshare.com/files/120572167/dvf-ban.part01.rar
http://rapidshare.com/files/120572143/dvf-ban.part02.rar http://rapidshare.com/files/120571987/dvf-ban.part03.rar
http://rapidshare.com/files/120572011/dvf-ban.part04.rar
http://rapidshare.com/files/120571833/dvf-ban.part05.rar
http://rapidshare.com/files/120571784/dvf-ban.part06.rar http://rapidshare.com/files/120571910/dvf-ban.part07.rar
http://rapidshare.com/files/120572200/dvf-ban.part08.rar http://rapidshare.com/files/120572113/dvf-ban.part09.rar
http://rapidshare.com/files/120572134/dvf-ban.part10.rar http://rapidshare.com/files/120572316/dvf-ban.part11.rar
http://rapidshare.com/files/120572283/dvf-ban.part12.rar http://rapidshare.com/files/120572173/dvf-ban.part13.rar
http://rapidshare.com/files/120572280/dvf-ban.part14.rar http://rapidshare.com/files/120572494/dvf-ban.part15.rar

Şifre: areg


Türkçe Altyazı için TIKLAYIN

THE HAPPENING (MİSTİK OLAY)



THE HAPPENING (MİSTİK OLAY)

N.Shyamalan’ın en az etkileyici filmiyle karşı karşıyayız sayın seyirciler. Ne The Village kadar duygusal, ne The Signs kadar gizemli, ne de 6th Sense kadar ürkütücü ve şaşırtıcı. Yine de her filmi kendi sınırları dahilinde değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum. Böyle söylüyorum fakat ‘Mark Wahlberg yerine The Village ve The Signs’da şahane performans sergileyen Joaquin Phoenix oynasaydı çok daha iyi bir sonuç alınabilirdi’ demeden de edemeyeceğim.

Filmin konusuna geçelim; insanların anlamlandıramadığı bir şekilde toplu intiharlar gerçekleşmektedir. New York’ta başlayan hızlı ölüm dalgası Amerika'nın tüm kuzeydoğusunda yayılmaya başlar. İnsanlar ölümlerin sebebini anlamaya çalışırken hayatta kalmak için nereye gittiklerini bilmeden kaçar. Shyamalan’ın bence en büyük özelliği anlattığı hikaye ne olursa olsun, görkemli ve duygusal yoğunluğu yüksek sahneleri basit bir anlatımla seyirciye aktarmasıdır. Bu filminde bunu yer yer başarabilse de genel olarak duygusal örgü yükü sadece kullanılan müziklerin omzuna biniyor, tatsız diyaloglar ve oyunculuklar dikkat dağıtıcı olabiliyor. Bazı karakterler neden var, bazı sahneler neden bu kadar moron bir şekilde çekilmiş anlamak zor.

Zooney’in oynadığı karakter (Alma, Elliot’ın eşi) kasten absürd bir şekilde yansıtılmış gibime geldi. Yani sanırım öyle olmasını istiyorum. Cümlelerindeki boşluk, ilginç mimikleri ve donuk yüzüyle Elliot’la aralarındaki mesafe mi anlatılmak istenmiş, yoksa ironik bir şekilde insanoğlunun ifadesizliği ve tepkilerindeki samimiyetsizliği mi eleştirilmiş tam çıkaramadım. Eğer karakterin böyle bir amacı yoksa, Zooney’yi hayatımda gördüğüm en kötü oyuncu listesinde zirveye koyabilirim. Filmin anlatmak istediği büyük hikayenin ortasındaki ‘sorunlu çift’ de pek iyi işlenememiş. The Village’daki Ivy, deli adam ve Lucius üçgenini mükemmel anlatan adamdan daha iyisini bekliyor insan ister istemez.

Çok uzatmadan filmin beğendiğim yanlarını anlatmak istiyorum. İnsanların karşılaştıkları bir sorundan kurtulmak için buldukları teorilerin ya da cevapların ne kadar yetersiz ve karşıtlık çıkarmaya meyilli olabileceğine dair çok güzel örnekler veriyor bence film. Geniş kitlelerin acizliği, War of the Worlds’deki uzaylı saldırısını algılayamayan ufak kız gibi olaylardan teröristlerin sorumlu olduğunun sanılması (hükümetin rolü devreye girer), otoritelerin bilime, sayılara ve istatistiklere dayalı açıklamalar yaparak (matematik öğretmeni Julian filmin bir yerinde “İnsanlara istatistiklere dayalı bilgi vereceksin, bayılırlar” diyor) tüm halkı çok kolay uyutabilmesi gözler önüne seriliyor. Bunun dışında kültürün doğaya karşı yenilgisi, özellikle yolda karşılaşılan absürd asker karakteriyle çok güzel dile getiriliyor. Askeri araç görüldüğünde “Oh be, ordu burada. Güvendeyiz” denmesi ve araçtan inen askerin kendini bile kurtaramayacak kadar eli ayağına karışmış olması bence çok şık bir ironiydi. Kitlelerin doğayı tetiklememek için daha küçük gruplara ayrılması da hala üzerine düşündüğüm, tam olarak anlamlandıramadığım bir olay. Yani JE Androcoen’ciğimin dediği gibi filmin çocukça bir mesaj verdiğini sanmıyorum. Çok daha fazlası var. Tavanı delik olan arabadaki bilmece sahnesi ve başka birkaç orijinal sahne de filmin güzel yanları olarak sayılabilir. Müzikler de beklendiği üzere The Village’daki gibi çok etkileyici.

Shyamalan boş film çekmez kolay kolay. Sıradan bir film değil, sonuçta kaç filmde gökten insan yağıyor ki? Ben filmi beğendim fakat yukarıda dediğim gibi bir Shyamalan sıralaması yapsam 6.5/10 verir en sona koyardım. Doğanın bir gün gerçekten tüm insanlığa gereken cevabı vermesi dileğiyle efendim, arıların fanıyız.






17 Haziran 2008 Salı

Ve Start verildi...



En Nihayetinde...

Neler olacak bu blog'da...

İzlediğimiz filmler... Düşünceler... Kritikler... Küfürler... Gerekirse download linkleri... Ohoo daha neler neler... \m/