20 Haziran 2008 Cuma

THE HAPPENING (MİSTİK OLAY)



THE HAPPENING (MİSTİK OLAY)

N.Shyamalan’ın en az etkileyici filmiyle karşı karşıyayız sayın seyirciler. Ne The Village kadar duygusal, ne The Signs kadar gizemli, ne de 6th Sense kadar ürkütücü ve şaşırtıcı. Yine de her filmi kendi sınırları dahilinde değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum. Böyle söylüyorum fakat ‘Mark Wahlberg yerine The Village ve The Signs’da şahane performans sergileyen Joaquin Phoenix oynasaydı çok daha iyi bir sonuç alınabilirdi’ demeden de edemeyeceğim.

Filmin konusuna geçelim; insanların anlamlandıramadığı bir şekilde toplu intiharlar gerçekleşmektedir. New York’ta başlayan hızlı ölüm dalgası Amerika'nın tüm kuzeydoğusunda yayılmaya başlar. İnsanlar ölümlerin sebebini anlamaya çalışırken hayatta kalmak için nereye gittiklerini bilmeden kaçar. Shyamalan’ın bence en büyük özelliği anlattığı hikaye ne olursa olsun, görkemli ve duygusal yoğunluğu yüksek sahneleri basit bir anlatımla seyirciye aktarmasıdır. Bu filminde bunu yer yer başarabilse de genel olarak duygusal örgü yükü sadece kullanılan müziklerin omzuna biniyor, tatsız diyaloglar ve oyunculuklar dikkat dağıtıcı olabiliyor. Bazı karakterler neden var, bazı sahneler neden bu kadar moron bir şekilde çekilmiş anlamak zor.

Zooney’in oynadığı karakter (Alma, Elliot’ın eşi) kasten absürd bir şekilde yansıtılmış gibime geldi. Yani sanırım öyle olmasını istiyorum. Cümlelerindeki boşluk, ilginç mimikleri ve donuk yüzüyle Elliot’la aralarındaki mesafe mi anlatılmak istenmiş, yoksa ironik bir şekilde insanoğlunun ifadesizliği ve tepkilerindeki samimiyetsizliği mi eleştirilmiş tam çıkaramadım. Eğer karakterin böyle bir amacı yoksa, Zooney’yi hayatımda gördüğüm en kötü oyuncu listesinde zirveye koyabilirim. Filmin anlatmak istediği büyük hikayenin ortasındaki ‘sorunlu çift’ de pek iyi işlenememiş. The Village’daki Ivy, deli adam ve Lucius üçgenini mükemmel anlatan adamdan daha iyisini bekliyor insan ister istemez.

Çok uzatmadan filmin beğendiğim yanlarını anlatmak istiyorum. İnsanların karşılaştıkları bir sorundan kurtulmak için buldukları teorilerin ya da cevapların ne kadar yetersiz ve karşıtlık çıkarmaya meyilli olabileceğine dair çok güzel örnekler veriyor bence film. Geniş kitlelerin acizliği, War of the Worlds’deki uzaylı saldırısını algılayamayan ufak kız gibi olaylardan teröristlerin sorumlu olduğunun sanılması (hükümetin rolü devreye girer), otoritelerin bilime, sayılara ve istatistiklere dayalı açıklamalar yaparak (matematik öğretmeni Julian filmin bir yerinde “İnsanlara istatistiklere dayalı bilgi vereceksin, bayılırlar” diyor) tüm halkı çok kolay uyutabilmesi gözler önüne seriliyor. Bunun dışında kültürün doğaya karşı yenilgisi, özellikle yolda karşılaşılan absürd asker karakteriyle çok güzel dile getiriliyor. Askeri araç görüldüğünde “Oh be, ordu burada. Güvendeyiz” denmesi ve araçtan inen askerin kendini bile kurtaramayacak kadar eli ayağına karışmış olması bence çok şık bir ironiydi. Kitlelerin doğayı tetiklememek için daha küçük gruplara ayrılması da hala üzerine düşündüğüm, tam olarak anlamlandıramadığım bir olay. Yani JE Androcoen’ciğimin dediği gibi filmin çocukça bir mesaj verdiğini sanmıyorum. Çok daha fazlası var. Tavanı delik olan arabadaki bilmece sahnesi ve başka birkaç orijinal sahne de filmin güzel yanları olarak sayılabilir. Müzikler de beklendiği üzere The Village’daki gibi çok etkileyici.

Shyamalan boş film çekmez kolay kolay. Sıradan bir film değil, sonuçta kaç filmde gökten insan yağıyor ki? Ben filmi beğendim fakat yukarıda dediğim gibi bir Shyamalan sıralaması yapsam 6.5/10 verir en sona koyardım. Doğanın bir gün gerçekten tüm insanlığa gereken cevabı vermesi dileğiyle efendim, arıların fanıyız.






Hiç yorum yok: