30 Haziran 2009 Salı

JUDE (1996)

DONE BECAUSE WE ARE TOO MENNY

Arada bir geriye gitmekten zarar gelmez diye düşünüyorum. 13 yıl öncesine gidiyoruz ve Amerikada yarım milyona yakın bir hasılat yapan Jude'un hazin öyküsünü tekrardan hatırlayalım istedim. İstedim çünkü araştırdığım kadarıyla, kalitesine göre oldukça underrated bir film kalmış kendisi. Ülkemizde de durum böyledir diyerekten, filmin üzerinden, biraz da spoiler vererek geçmek hoş olur diye düşündüm.

Jude, 1840'ta İngilitere'de doğmuş, Thomas Hardy'nin "Jude the Obscure" adlı romanından uyarlanmıştır. Thomas Hardy kimdir, nedir, buna değinmeyeceğim ama içinizi karartan, ağlatan, biraz verem eden eserleri olduğunu belirteyim. Bu türe ilginiz varsa ekstra olarak kendisine eğilebilirsiniz ama Jude da bu formatın dışında sayılmaz hatta bir hayli içinde sayılabilir.

Jude Fawler bir köylüdür. Köyde doğmuş köyde büyümüştür ama gözü her zaman daha yükseklerde olmuştur. Kas gücüne, el yeteneğine dayalı işlerle kendisini yorsa da kendi çapında Yunanca ve Latince'yi öğrenerek, bu dildeki eserlerle kendisini sürekli gleiştirmektedir. Asıl amacı Christminster'daki üniversiteye girmektedir ama henüz kör talihinden haberi yoktur.

Günün birinde, köyün ateşli kadınlarından Arabella ile beraber olur ve bu birliktelik onları evliliğe götürmüştür. Aslında ortada pek aşk hatta sevgi yoktur zira Arabella ona hamile olduğunu söylemiştir ama bunun bir yalan olduğunu ve onu terkettiğini Jude üzülerek öğrenecektir.

Artık başında bir kadın olmadığı için Jude, kendisini üniversitenin mekanına atar ve üniversiteye girme hayallerini devam ettirir. Bu sırada da şehirde Sue adlı (Kate Winslet) kuzeniyle tanışır. Güzelliğinden etkilenmiştir ve biz izleyiciler henüz ilk dakikadan Jude'un Sue'den hoşlandığını anlarız ama ortada bir sorun vardır: ikisi sonuçta akrabadır!

(Buradan sonrasında filmi izlemeyenler için spoiler'lar olacaktır)
Jude içindekilerini Sue'ye direkt olarak aktarmaz. Aktaramaz. Biraz utangaçtır biraz da umutsuzdur. Sue ise biraz daha çakal görünümdedir. Vurdum duymaz, hoyrat, hovardadır. Onun da öğretmen olmak gibi bir ideali vardır. Jude onu çocukken hocalığını yapan Phillotson'a götürür. Hocası Sue'ye yardım etmeye karar verir ve onu sınıf öğretmeni yapar şehirde. Her şey iyi giderken, Jude artık Sue'ye açılmaya karar vermeye başlarken Phillotson ile Sue'nin aralarında bir şey olduğunu görür. Bu ilişkiyi kendisinin başlattığına inamamaz ama durum budur. Hocası, Sue'ye yanıktır ve Jude'un pek de şansı yoktur. Zaten sue'nin de onu sevdiğinden haberi yoktur. Kuzne kuzen eğlenmektedirler ama kazın ayağı öyle değildir. Jude aşkını, sevgisini arkasına alarak çiftin şahitliğini bile yapar. Sevdiği kadını, eski hocasına adeta elleriyle vermiştir. Bu elbette Jude'u yaralamıştır ama öldürmemiştir. Sue de bir olay sonrası resmi olarak Jude'un kendisinden hoşlandığını hatta aşık olduğunu anlar ama ona gerçekleri söyler. Artık o evlidir.

jude uzaklara gider. Elinde Sue'nin "artık beni unut" mektubuyla. Jude gider ve gider. Ama zaman onlar için tersine akacaktır. Zaten yanlış ola nbir evlilik sonrası Sue bir yabancıdır o evde. Kocasını sevmez ve bu sırada Jude çıkagelir. Ve olaylar sıcaklaşır. Yakınlaşan kuzenler evden ayrılmaya karar verir ve Phillotson bunu zaten bildiğini, tahmin ettiğini söyler ve centilmen gibi eşine yol verir.

Artık beraberdirler. Güzel günler önlerindedir. Kavuşmuşlardırlar ama başka bir sorun vardır. Victoria dönemindeki toplumun baskısı, moderleşme süreci, etik değerler derken, kendilerini bir kaosun içinde bulurlar. İkisi bir birlerini çok seviyodurlar ama evliliğe daha doğrusu imzaya karşıdırlar. Her şeyin gönülde bittiğine inanmaktadırlar ve sırf toplum istiyor diye de evlenmeyecekledir. Evlenmezler de.

Günün birinde Arabella onlara filmin başındaki yalanın, aslında doğru olduğunu yani gerçekten de hamile olduğunu, o çocuğun da şu anda gemiyle babasına yollandığını bildirir. Arabella'nın kimseye bakacak durumu olmadığını bilen Jude da oğlunu yanına alır ve bakar. Çocuk jude'a çok benzer. Sessizdir, sakindir çok sevimlidir.

Bu sırada Jude'ta üniversiteye giriş iznini zaten alamamıştır. Çünkü zengin değildir ve asil bir aileden gelmiyordur. İdealleri, hayalleri askıdadır onun için ama aslında yok olmuştur sadece bunu kabullenemiyordur. Ailesini geçindirmek için Jude ağır işleri yapmaktan kaçınmaz. Üstüne de Sue'den iki dünya tatlısı çocuğu olur. Sürekli yer değiştirmek, sürekli iş değiştirmek zorunda olsalar da bir aile oldukları için bu onları mutsuz kılmaz.

ama artık toplumun baskısı artar, Jude ev ve iş konusunda sıkıntılar yaşar. Evinden olurlar ve yağmurlu bir günde çocuklarıyla valizleriyle gittikleri yeni şehirde bir oda ararlar. İnsanlar bu aileye odalarını vermezler, göz göre göre süründürürler. Jude soğukkanlılığını hiç bozmaz her zamanki gibi. Elbet bunu da atlatacaklardır.

Bir ihtiyar çift ilk önce yardım eder aileye ama daha sonra, gitmelerini ister, bebeğin ağlaması yüzünden. Arabella'dan oğul artık kafasının çalıştığı yaşlardadır. Ortancası da 4 yaşında, en ufağı da beşiktedir. Abilik yapmaktadır Little Jude. ama bu olaya morali bozulur. Babası gelir anlatır durumu, suçluluk duymasını istemez, onları istememelerinin nedeni kendisinin değil, kalabalık, çok fazla olduklarından dolayıdır. Little Jude ikna olmuştur ve yatar. Ertesi gün olur ve Jude Sue ile iş aramaya çıkar. İşi kapar Jude, sevinirler öpüşürler, kazanacakları parayı nasıl yiyecekleri hayalleriyle eve gelirler.

Biraz sessizdir ev. Sue odaya baktığında durur, donar. Jude odaya girdiğinde ise artık gözler taşmaya başlar. Little Jude kendisini asmıştır. Boğulmayla morarmış ve dili dışarıdadır. Babası hemen ipi çözer ve yatırır masaya. Oğlu artık ölmüştür. Etrafa gözlerini gezdirdiğindeyse diğer çocuklarını görür. ama cansınsız hallerini. Little Jude her iki bebeği de boğmuştur. Beşikteki yavru dahil. Ve duvardaki o Little Jude'un bıraktığı yazıyla hıçkırıklar sel olur, filme mola verilir: DONE BECAUSE WE ARE TOO MENNY ("öldük çünkü çok fazlayız" diye çevrilebilir ama menny macarca da Cennet de demektir)

Sue kafayı yemek üzeredir. İki canı öldürülmüştür. Hem de resmi olmayan kocasının oğlu yüzünden. Sue Jude'tan ayrılır. Onunla yaşayamayacaktır. Hi çbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Her şey değişmiştir. Sue jude'u hala çok sevse de kendisi uzaklara atmakta kararlıdır ama jude da aşkından vazgeçmeye pek kararlı değildir ama yine de bu gidişe engel olamaz.

Bir noel günü çocuklarının mezarında karşılaşıtlar eski çiftler. Sue iyi gözükse de Jude hiç öyle değildir. Hatta ölmüş de dirilmiş gibidir. Hala jude ile beraber olmak istemektedir. Sue de öyledir ama sevmek, aşık olmak yeterli bir neden değildir artık. Sue derin bir öpüşmeden sonra ağlayarak, bir zamanlar resmi olmayan eşinden kaçarcasına gider. Arkasından baka kalan Jude ta hafızalardan asla silinmeyecek son lafını Sue'ye haykırır: 'We are man and wife, if ever two people were on this earth!
(Bu dünyada karı-koca olan birileri varsa onlar bizdik
!)

__________
Şüphesiz ki filmin en kırılma noktası o ölü çocukların bulunuş sahnesi, hatta o kadar rahatsız edici ki herkese önermiyorum. Muhtemelen aklınızdan zor çıkacaktır o travma. Hele ki biraz empati yapan bir izleyiciyseniz kendi çocuğunuz ölmüş kadar üzülebilirsiniz o yüzden dikkatli olmakta fayda var ama filmin geri kalanı da aynı derecede depresif. Ağır iş hayatı, farkilik, baskı, etik değerler, aşkın cezalandırılması, modernleşme uğruna insanların nelerden vazgeçirildiği, nelerden koparıldığı, nelere zorla hayalkurulması, dönemin sorunları, kadın erkek ilişkileri, sancılar derken kendisi bir paket sigarayı tüketmiş bulabilirsiniz. Ama buna kesinlikle değer. Harika bir yapıtın harika bir uyarlaması (her ne kadar sonu farklı olsa da). Es geçmişseniz, öneririm. 7.5/10

Kitabı e-book olarak okumak için TIKLAYINIZ.


24 Haziran 2009 Çarşamba

X-Men Origins: Wolverine

Adaptasyon; sinema sanatını bir crossover tür olarak görürsek, en çok besleyen araç. Beyaz perde yıllardan beri ekmeğini kuşe ya da saman kâğıt ayırmadan, sayfaları hunharca film makaralarına hapsederek edebiyat ve alt türlerinden kazandı.

Çizgi roman dediğimiz hadiseyse - gelişen teknolojinin son yirmi yıldaki kıyağıyla da beraber - sinema salonlarına insan yığılışını belki de en sağlam körükleyen adaptasyon kaynağı.
Popüler sinema terminolojisinin en şatafatlı terimi olan "blockbuster" ünvanı da 75'te - kendisi de bir roman adaptasyonu olan - Jaws için kullanıldığından kısa bir süre sonra 78'de çekilen Superman ile birlikte adına yaraşacak daha renkli sayfalar bulmuştur.
Çizgi roman adaptasyonları gişede fazlasıyla tatminkâr sonuçlar almaktan da öte, rekor rakamlarla yapımcı firmaların ağızlarını sulandıran prodüksiyon devlerine dönüşmüşlerdir. Tüm zamanların en yüksek gişe hasılatı yapan 50 filmi sıralamasında The Dark Knight, Spider-Man Trilogy ve Iron Man'in yer alması bile çizgi romanlara pastanın hatrı sayılır bir diliminin düştüğünün göstergesidir.

X-men serisinin 2000 yılında beyazperdeye ilk uyarlanışı ertesinde 3er sene arayla vizyona giren devam filmleri X2 ve X-Men: The Last Stand sanki şu sayfalarda değerlendireceğimiz filmin habercisiymişcesine çizgi roman severleri artçı şoklarla uyarmaktaydı, elbette üçüncü filmle kıyasla ilk iki film bir hayli başarılıydı.
X-men üçlemesinin toplamda milyar doları sollayan hasılatı elbette yapımcıları bu serinin etinden, sütünden ve yumurtasından faydalanma hırsıyla daha da kızıştırdı. 2007 yılında bu sefer de Origins adıyla X-Men karakterlerinin geçmişlerine dadanacaklarını ilân eden Fox Entertainment ilk iki projesini duyurdu; X-Men Origins: Wolverine ve X-Men Origins: Magneto.
Duyurulan filmlerden ilk yapımına başlananın Wolverine olması elbette şaşırtıcı değildi. Dünyanın en çok sevilen anti-kahramanlarından olan "kötü çocuk" - tevellüt bazında değil de hâl ve tavırdan ötürü diyelim - imajlı , adamantium kaplamalı, haşin maço Wolverine elbette tüm X-Men ekibi içerisinde kendi filmini hakeden ilk karakterdi. Tabii bu tercih biraz da sinemaya uyarlanan X-Men karakterlerinin beyaz perdeye aktarımı yörüngesinde gelişen "zorlama" bir sonuç. Cyclops'u bile Wolvie'nin kum torbasından hallice bir role oturtmayı uygun gören Fox Entertainment, Wolverine karakteri sayesinde uluslar arası üne kavuşan Hugh Jackman'ı elbette bir yaz blockbuster'ıyla şımartacaktı, hele ki Jackman'ın kendi yapım şirketiyle bu projeye para dökmeye bu kadar meraklı olduğunu gördükten sonra.

Weapon X projesinin ilk dönemiyle haşır neşir olan film, muazzam bir Wolvie-Sabretooth kardeşliğiyle ilk andan veriyor aslında çapının ve hatta yarı çapının ölçülerini. Yine de Liev Schreiber'ın canlandırdığı Sabretooth belki de filmdeki en güzel şey. İmajı biraz metroseksüelleşmiş olsa da vahşiliğinden film boyunca ödün vermiyor Sabretooth. Tabii bu ödün vermeyişi biz maalesef göremiyoruz zira Fox Entertainment filmi PG-13 yani 13 yaş sınırına uygun hazırlıyor ve şu filmin hakettiği R reytingine yakışacak hayallerimize sünger çektiriyor. Filmde bir yerlerde kan dökülüyor biliyoruz ancak göremiyoruz, e göremedikten sonra da ister kova kova ister barajlar dolusu kan dökülsün kime ne?
Filmin maalesef yegâne sorunu şiddet öğeleri değil.

Çizgi romana bağlı kalmak zorunda mıdır bir adaptasyon yahut da bir yönetmenin söyleyeceği başka sözler de var mıdır eldeki malzemeyle ilgili? Bu soru ilk başta tek bir doğru cevabı olmayan bir ikilem doğuruyormuş gibi gözükse de aslında cevabı bir hayli basit. Yönetmen imzası dediğimiz şeyin, metne sadık kalmadan, bambaşka bir lezzetle filmini sinemaya armağan etmesine iyi bir örnek arayacaksak çıkışımız Wolverine değil, Akira Kurosawa ustanın, William Shakespeare'in muazzam draması King Lear'ın özünden yarattığı Ran olmalıdır. Gördüğünüz veyahut da göreceğiniz üzere ne X-Men Origins: Wolverine bu tarz bir sanat eseri ne de Tsotsi ile yabancı film dalında Oscar ödülüne kavuşmuş olan yönetmen Gavin Wood'un bu tarz bir yönelimi var Wolverine'in adaptasyonu özelinde.
Filmin Los Angeles galasında yaptığı açıklamada "Sadece iyi ve kötünün mutlak mücadelesini X-Men konseptiyle anlatmaya çalıştım, daha genç ve daha geniş bir kitle benim için de yeni bir deneyim olacak." diyerek aslında bizi neyin beklediğine dair kendince uyarmış yönetmen ancak bir markayı Gavin Wood'a teslim eden Fox Entertainment ekibinin kafasından neler geçtiğini merak ediyorum, hoş bu merakı paylaşan başkaları da varsa muhakkak Kevin Smith üstadın Superman Returns'ü yönetmesi için kendisiyle iletişime geçen Fox Studios ekibiyle yaşadıklarını anlattığı konuşmasını YouTube'dan bulmalarını öneririm, yapım şirketleri ve stüdyoların dangalaklığı üzerine "Kevin Moore"vari bir şaheser ve sanmıyorum ki Wolverine'in akıbeti çok da farklı olmuş olsun Superman'inkinden.

Wolverine film makarası tur üstüne tur bindirdikçe küçülüyor beyaz perdede. Başına gelenler hatrı sayılır derecede dert açmış olsa da muazzam kepazelik aslen filmin ta kendisinde. Bilindiği üzere filmin gösterime girmesine bir ay kala dvd kalitesinde görüntüye sahip olan ancak efektleri tamamlanmamış ve yaklaşık yirmi dakikalık editlenmemiş versiyonu internette paylaşım sitelerine düşmüştü. Fox Entertainment bu sızışın sorumlusunu bulamadığı gibi aceleyle filmi efektlerin eklendiği sahnelerde baştan editletmiştir. Bunun sonucunda sinemada izlediğimiz versiyonuyla workprint versiyonu arasında bazı sahnelerde önemsiz de olsa farklar varken ve efektlerin eklenmesiyle görüntü cilalanmış olsa da film montaj, mantık ve yönetmenlik hatalarından kurtulamamıştır. Filmin seyrini gerçekten de güçleştiren bu bariz hataların bazılarında Wolverine kapısından çıktığı laboratuara geri ışınlanmakta, yerde baygın yatan Gambit bir sokak öteden binaların tepesinde belirip Wolverine ile Sabretooth'un arasına atlamaktadır. Serinin gidişatını da etkileyecek hataların başındaysa bu filmde tanışan karakterlerin orijinal X-Men Trilogy'de birbirlerini tanımamaları geliyor.
Alışmaktan hazzetmediğim en problemli adaptasyon klişesiyse uyarlamaya saygısızlık edecek boyutta uygulanan karakter değişimleri. Şimdi tek tek tüm karakterlerin üzerinden geçmeye gerek yok ancak Sabretooth karşısında rakipleştirme münasebetiyle yumuşatılan Wolverine, kendi muazzam özellikleri hiçe sayılarak parodi haline getirilmiş Deadpool, renk olsun diye filme katılıp hakkı yenen tüm mutantlar, hafızayı milyar dolarlık Weapon X projesinin bir işlem seviyesiyle değil de kurşunla silmece ve hatta yeni yetme Cyclops... Bunlara gerek yok, zaten zamanında yaratılmış mükemmel hikayelerin noktasına, virgülüne dokunmadan film çekilmeli demiyorum ancak senelerin bu karakterlere ve yaşadıklarına yüklediği özellikleri hiçe saymak da bir noktada tüm bu karakterlerin sergilemeyi hakettikleri potansiyellerinin çizgi roman sayfalarında kalmasına sebep oluyor, bu durumda da akla şu soru geliyor;
Neden bu adaptasyonlar multi milyon dolarların sokağa savrulmasından başka bir işe yaramayacakları bilindiği halde, orijinal metinlerin de kitleler gözündeki değerini sarsma pahasına beyaz perdeye taşınıyorlar?