9 Ağustos 2009 Pazar

The Hangover (Felekten Bir Gece)

VEGAS'TA OLAN VEGAS'TA KALIR! SİĞİLLER HARİÇ...

Bilmiyorum size de oluyor mu bu; yönetmen orta hallidir, yani çekebileceği film bellidir, mucize beklemezsiniz, sınırlarını ne kadar zorlayabilir ki dersiniz, bu yüzden büyük beklentilerle salona gitmezsiniz ve muhtemelen de o koltuktan üzülerek ayrılmazsınız. Genelde, yönetmen sizi şaşırtmaz. Açıkçası The Hangover öncesinde de böyle olmuştu bana. Büyük beklentilerim yoktu. Amerika'da bu filmin reklamı acayip çok dönse de, buralarda pek gözükmedi, çok salonda da kendisini göstermedi zaten ama karşılaştığım tablo beni dumur etmeye yetti diyebilirim.


Road Trip ve Oldschool gibi kendi çapında komedi filmlerine imza atmış olan Todd Phillips, Hollywood semalarında çok da görmeye alışık olmadığımız bir tarzda karşımıza çıkıyor The Hangover (Felekten Bir Gece) ile. Phil (Bradley Cooper), Alan (Zach Galifianakis), Stu (Ed Helms) ve Doug (Justin Bartha) bir araca doluşup Vegas'a "Bekarlığa Veda Partisi" için giderler. Evlenecek olan Doug'tur ve başına geleceklerden habersizdir. Tabii ki Vegas'ta içerler güzelce, eğlenirler ama ertesi gün uyandıklarında bir sorun vardır! Suit hiç de normal değildir ve kimse gece ne oldu hatırlamamaktadır. Hem de hiç bir noktayı. Daha kötüsü, Doug ortada yoktur nikah öncesi. Bu olayın aile tarafına yansımaması için her şeyi çözmeliler ve Doug'ı bulmalılar. Tabii ki banyolarındaki kaplan onları yemezse! Ha bir de bebek var...


İşte böyle onlarca bilinmeyenli bir senaryoyu iki gün öncesine gidip izliyoruz. Sondan başa doğru aksiyon filmlerine oldukça benzer bir kurgu yapısında ilerliyor film ama tek farkı komedi olması. Her sahnede bir ipucu yakalıyorlar bu üçlü ve o ipucunu takip ederek gece ne yaptıklarını araştırıyor. Bu sırada da tabii ki izleyenler gülme komasına giriyor çünkü film son derece komik. Yani "komedi görecelidir" iletisi burada işe yaramıyor. Bu film komik ve bu filme güleceksiniz. Çünkü her bir karakter son derece empatiye açık. Tüm karakter zemini çok iyi tasarlanmış ve kısa sürede kendisini çok iyi ifşa edebiliyor. karakterleri çok seviyorsunuz ve yaptıklarına gülüyorsunuz. Söylediklerine gülüyorsunuz. Özellikle de Alan'ın (sakallı olan) söylediklerine ve mimiksizliğine kopuyorsunuz. Filmin sonuna kadar da bir çok absürd karakter giriyor çıkıyor ve merak duygusu hep yukarıda tutuluyor. Hatta film bittikten sonra bile filmi bir kaç dakika daha izleyeceksiniz yani. Sakın sinemadan hemen çıkmayı düşünmeyin. Hem de bunlar filmi tamamlayan şeyler olduğu için "akan yazılarda gülen insanlar" olarak bir ilke imza atabilirsiniz.

Filmi daha fazla anlatmak spoiler'a neden olacak. Çünkü kendi içinde minik ama çok güldüren sürprizler barındırıyor ve filmin ne kadar iyi olduğunu anlatmak için bunları açıklamaya gerek yok. Ama bilmelisiniz ki bu filmin gidiş hattı genelde sizi ters köşeye yatırıyor. O yüzden "yönetmenin kendisini aştığını" düşünüyorum zira klişelerden sıyrılmış, Amerikan rüyasının diğer tarafını gösteren, biraz da alışkanlıklara değinen, kadınlara, Çinlilere ve polislere dokunduran, kökeninde aslında hiç de masum olmayan bir temel barındırıyor. Bu film çok düz de çekilebilirdi. Standart kurgu taktikleriyle de gülebilirdik ama asla bu kadar iyi olamazdı. Şu anda film 250 milyon dolarlık gişesiyle Amerika'da gelmiş geçmiş en çok gişe yapan 46. (zaten gişedeki başarısı ikinci filmin en büyük nedeni) film durumunda mesela. IMDB puanı inanılmaz yüksek ve yorumların %98'i olumlu. Eksiklikleri yok mu? Var tabii ki ama bu filmin asıl amacını yerine fazlasıyla getirdiği gerçeğini etkilemiyor; film salya sümük güldürüyor a dostlar kısacası. Film bir fenomene dönüşürse hiç mi hiç şaşırmayacağım. 8.8/10