29 Kasım 2009 Pazar

2012


Emmerich, Bizi Daha Önce de Uyarmıştı!!!

En baştan belirtmeliyim ki, Roland Emmerich’in hiçbir zaman hayranı olamadım. Bunun birçok nedeni var tabii ki ama ilk sırada abimizin aynı anda iki işi yapamıyor oluşu geliyor. Yani ilk iş olan “felaket-disaster” oluyor olmasına ama maalesef iş hikâyeye gelince orada çamura batıyor. Klişenin bile ötesine geçmiş yazar-yönetmenler arasında belki de zirveye oynuyordur Emmerich ve 2012’de de bu alışkanlığından vazgeçemiyor.

2012 aslında sinema açısından gayet malzemesi olan bir konu. Yani Mayalardan, Sümerlilerden günümüze gelen ve bilim-teknolojiyi de arkasına alan, öyle veya böyle bir şeylerin dünyada değişeceği bir tarih ve açıkçası ben bu sefer “hikâye” anlamında iyi şeyler bekliyordum. 55 yaşına gelmiş, 10’dan fazla film-yazmış yönetmiş, milyar doları bulan paralar kazandırmış birisinden bunu beklemek en doğal hakkım diye düşünüyordum ama düşünmez olaydım. Beyin soğancığım büzüşseydi de umut beslemeseydim, beklentilerim karşısında kendimi enayi gibi hissetmeseydim.

John Cusack yani Jackson, sıradan bir Amerikan babasının belki yarım adım ötesindeki birinden farksızdır. Biraz sorumsuzdur, biraz sevgi doludur, biraz heyecanlıdır ama yeri gelince gözü hiçbir şeyi görmeyebilir. Her Amerikan babasının ruhunda bir kahraman yatar, biliyorsunuz. Çok, çok az satan bir kitabın yazarıdır ve bu kitabı yazarken boş verdiği ailesiyle (eşiyle) boşanmıştır. Yani tipik bir Amerikan ailesinden pek farkları yoktur. Hatta o kadar ki yeni eşiyle eski eşi arasında minik bir kıskançlık bile vardır! Sonra tahmin ettiğiniz, fragmanda izlediğiniz tüm olanlar olur ve Jackson çocuklarıyla, eski karısıyla ve onun eşiyle maceranın göbeğinden ayak serçe parmağına kadar hayatta kalma savaşı verir. Spoiler vermemek için bu noktada pek bir şey demek istemiyorum ama birkaç tane Emmerich filmi izlediyseniz filmin nasıl başlayıp nasıl devam edip ve nasıl biteceğini biliyorsunuz demektir. Bu konuda film, hiç cesur olmamakla beraber izleyeni de asla sürprizlerle, zekice tasarlanmış hikâye oyunlarıyla etkileyemiyor. Filmin izleyiciyi etkileyeceği tek yer görsel efektleri.

Sen Beni Bir De Gece Gör…

260 milyon dolarlık bir bütçeden bahsediliyor. Sanırım bunun %75’i sadece CGI’lara gitmiştir çünkü şu güne kadar gördüğümüz en iyi CGI’ları bu filmde görebiliyoruz. Her şey en ufak detayına kadar çizilmiş, hareketlendirilmiş ve yok ediliyor. Felaket zinciri başladığı andan itibaren aileyle birlikte biz de o cehennemden kaçmaya çalışıyoruz ve film bir nebze olsun sizi atmosferine sokmayı başarıyor buralarda. Yıkılan yollar, devrilen arabalar, çöken köprüler, un ufak olan binalar, boşluğa atlayan metrolar, margarinin erimesi gibi denize batan bir eyalet, dev dalgalar… Kesinlikle görüp görebileceğiniz en iyi görsel efektler bu filmde ve işin en güzeli de hiç de yapmacık değiller. Belki de gerçeğini yıksalar bu kadar pahalı tutmazdı diyor insan!



Bir diğer eleştirilecek noktaysa Emmerich’in bu olayı global hale çevireceğim derken bunu eline yüzüne bulaştırması. Filmde oldukça iğreti duran bir Rus ile tanışıyorsunuz. Bir süre bayağı Rus göndermeleri izlemek zorunda kalıyorsunuz maalesef. “Para her şeyi satın alır” ile “Bazı şeyleri alamaz” arasında gidip geliyorsunuz hiç derinlere inmeden. Rusları sevmiyorum yaa bile diyorsunuz ama sonra bu fikrinizi sorgulayacak şeyler izliyorsunuz. Sonra zaten bu tutarsızlığı hep hissediyorsunuz film boyunca (örneğin Jackson’ın eşi yanar-dönerlik konusunda ders veriyor alttan alttan). Bu global bir olay olduğu için diğer dünya ülkeleri de bu olaydan etkileniyor ama bu kısımlar hemen geçiştiriliyor. Yani İngiltere’de ne oldu mesela? Bir TV’den filan da gösterilebilirdi. Biz yine daha çok olayın Amerika tarafına bakıyoruz. Tabii Emmerich’in siyasal görüşü de az hissedilmiyor değil filmde. Danny Glover’ın oynadığı Amerikan başkanı rolüyle o kadar melek gibi bir tablo çıkıyor ki ortaya, şaşarsınız. Bir ara eline paspas alıp beyaz sarayı silmeye başlayacak sandım. Tabii bu yapılırken de Beyaz Saray’a ve çevresindekilere de alt alttan, (aslında ortaokul öğrencisinin bile anlayabileceği) iğneler yollanıyor. Bir kıyamet filminde bunlara artık ne kadar sıcak bakarsınız bilemiyorum ama benim tarzım değil. Ha, desek Emmerich bu konularda cesurdur; gördük ki o da değil. Mekke yıkımını göremedik. Fetva verilir korkusundan mıdır nedir, çıkarılmış filmden. Yani kıyamet kopuyor, dünyada taş üstünde taş kalmıyor ama Kâbe sağlam mı kalacaktı? Nasıl bir beton teknolojisi kullanıldıysa…

Yeşil Perde Oyunculuğu…

Oyunculuklar da en az senaryo kadar kötü. Dünya yıkılıyor, gözlerinin önlerinde on binler ölüyor ama ne aile fertleri ne de çocuklar korkudan şöyle bir titremiyor. Birkaç damla gözyaşı sadece. İnsan haliyle kendisini koyuyor öyle bir durumda “Ben olsaydım nasıl hissederdim” diye ve sonuç aslında belli; insan kabız olur korkudan ve epey saç döker, beyazlatır. Ama filmimizde “öleceğiz” korkusu pek yok. Sadece “Kaçmalıyız” hissi verilmiş. Tüm dünya lahana çorbasına dönmüş ama bizim derdimiz bir köpekçik olmuş örneğin. Ve bunun ben sanmıyorum ki “Amerikan insanı duygusuzdur” demek olsun. Bariz bir yönetmenlik acizliği izliyoruz. Araya serpiştirilen dramatik sahneler de tek tüy dikemiyor. Bu konuda biraz daha oturup Titanik izlemesini beklerdik yapımcıların. Filmin bu konuda tek başarısı Woody Harrelson’un çılgın radyocuyu oynaması ve bunu da hakkıyla yerine getirmesi. Zombieland’ten sonra kendisine buradan da şapka çıkarıyoruz.

“Sonuçta bir kıyamet filminden ne beklenebilir ki?” diye sorup beklentilerinizi aşağıda tutabilirsiniz, hiç sorun değil ama bu kadar büyük paraların döndüğü filmlerde, tercih edilen DEĞİL, direkt hata olarak yapılan şeylerin, ki bunu yapan çok tecrübeli isimlerse, göze batmaması imkansız. “O kapı kapanmadan motorlar çalışamaz aman Allah’ım!” nasıl bir saçma mantıktır örneğin. Ya da hala filmin devam etmesi için über tesadüflerin istisnasız hep üst üste gelmesi… Kimse arthouse tarzında bir hikâye üzerinden gelen kıyamet filmi beklemiyor tabii ama en azından klişelerle bezenmiş filmlerin hakkının verilerek yapılıp sunulsun bari demekten kendimi alamıyorum. Çünkü hala filmlerin görsel efektsiz sahnelerin süresi, efektli sahnelerinden fazla. 5/10