8 Temmuz 2010 Perşembe

Green Zone


“Irak”, “savaş”, “masumlar”, “çorak sokaklar”, “silahlar, bombalar ve kan” kelimelerini kullanarak eminim ki en az beş film klon senaryo yazabilirsiniz. Zaten yazıldı da. Fakat Green Zone hariç. Bu kelimeler filmin içerisinde geçse de, şu ana kadar Irak’taki savaşa bu kadar farklı bir bakış atabilen bir film görmemiştik açıkçası. Güzel oldu.

İlk film olan Bourne Identity’yi yöneten Doug Liman’dan sonraki iki filmi (Supremecy, Ultimatum) alıp harika işler başaran Paul Greengrass’ı o güne kadar tanımıyordum açıkçası. Zaten öncesinde de çok iyi işler yapmamış, benim hatam değilmiş bilmemek ama Bourne serisini mihenk taşı haline getirdikten sonra Paul’u yakın takibe almaktan kaçınmadım. United 93’ü de sevdiğimi söyleyebilirim ama bu adamın sularının buralar olmadığı çok belliydi. Tavrını koyabileceği bir film şüphesiz aksiyon dozajı yüksek bir film olmalıydı. Öyle de oldu. Ultimatum biter bitmez, Imperial Life in the Emarald City kitabından esinlenerek bir film yapacağını dile getirmişti. Kitabın yazarı ve eski bir gazeteci olan Rajiv Chandrasekaran’ı da projeye dahil ederek önerilerini aldılar (bir dedikoduya göre filmi Rajiv’i anlatıyormuş). Böylece Green Zone daha ilk dakikada kendisine nasıl bir kulvar seçeceğini belli etmiş oldu.

WILLIAM JAMES Mİ, ROY MILLER MI?

Her şey asker RoY Miller’ın (Matt Damon) art arda yanlış çıkan istihbaratlardan şüphelenmesiyle başladı. En son gerçekleştirdikleri operasyon sonrasında da bu şüphelerini dile getirince Roy, CIA tarafından şüphesinin haklı bulunup gizli bir destek elde etti. Gerçekten de orduda bir şeyler ters gidiyordu. 2003 gibi, Saddam’ın kaçtığı bir dönemde halkın ayaklanmasına ramak kala, söylenen yalanlar çok kötü sonuçlar doğurabilir duruma gelince görev aşkı Roy Miller’ı harekete geçirdi ve olayların arka planına bakmak için hayatını riske atarak görevini icra etmeye koyuldu… “Sonrasını tahmin edebiliyorsunuz” demek geliyor içimden ama aslında pek de tahmin edemezsiniz. Çünkü bu film bize bir “Aksiyon filmi. Bourne’u yapanlardan!” şekilde tease edildi. Tamam, filmde iki okka aksiyon var ama bunun bir amaca bağlandığı yer, oldukça cesur ve samimi bir yer. Irak’ta dönen dolapların arka planının da arka planına, ordu-istihbarat-medya üçgeninde nelerin gerçekleştiğini “kurgusal” olarak anlatılmasını sadece “aksiyon filmi yeaa” şeklinde geçiştirilemez.

Filmde politika var, filmde siyaset var, film Amerikan ordusuna ve onun üst düzey yetkililerine fena giydiriyor, film basını çok fena eleştiriyor ve bunu yaparken de kör bir “anti”lik ile yapmıyor. (Hurt Locker’ı sevmeyenler bu filme tapabilir belki, bilemiyorum) Gayet profesyonel bir kılıkta bunu sergiliyor. Bu yüzden filmin ilk yarısı biraz durgun diyebiliriz. Sonra Paul aksiyon konusunda yeteneklerini sergiliyor elbette. Yaklaşık bir 20 dakika gözünüzü ekran ayırmanız zor. Buna Matt Damon’un çok iyi rol çıkardığının da katkısı büyük. Jason Bourne gibi mimik kasmamış Matt. Gerçekten de tarif edilen veya esinlenen karaktere bürünmüş. Profesyonel bir asker kör bir milliyetçi değil ama etik kuralları var. Tam bir görev adamı ama asla düşünemeyen bir koyun değil. Duygusal sayılır ama gerçekler her zaman onun için daha önemli. Amacı uğrunda kendi hayatını ne değersiz görüyor ne de egoistçe davranıyor. Bu yüzden inandırıcılılığı oldukça yüksek bir et, kemik, ruh üçlemesi. Paul’un vurgulamak istediği şeyleri anlatmak için yaratılmış çok iyi bir karakter diyebiliriz Roy Miller için.

Filmi beğenir misiniz, beğenmez misiniz bu beklentilerinize kalmış. Bourne gibi bir aksiyon filmi bekliyorsanız, hayır beğenmezsiniz. Aktüel kamera eşliğinde oradan oraya bağırıp çağırıp silahların sıkıldığı bir film işte. Ama Bourne’un yarısı kadar aksiyon ,ama değişik, iyi bir hikaye de bekliyorsanız, evet beğeneceksiniz diyebilirim. Film zaten görsel efektlerde oldukça bonkör davranmış. Sinemada aksiyonu iliklerinizde daha fazla alabilirdiniz elbette ama aynı şekilde iyi bir de ev filmi sayılır Green Zone. Biraz ritm sorunu var, orası kesin. Yan karakterler de pek merak uyandırıcı sayılmaz; merak duygunuzu çok okşamıyor film zaten ama filmi bir paket gibi görüp bunu size ajitasyon yapmadan vermesi Paul Greengrass’ın, işte bunu severiz! Alırız o paketi!