İzledim de... Ve evet ağladım. Monolog başlayınca bam telime dokunmayı başardı Çağan. Sürekli beni yakalayacak bir yer aradı diyaloglar ve yakaladı. Sonrası da zaten geçmek bilmeyen bir geceydi...
Filmimiz Beyoğlu’nda geçiyor. Neden Beyoğlu olduğunu filme ısındıktan sonra anlıyorsunuz. Çünkü Beyoğlu artık modernlikle çürümüşlüğün arasında kalan, bohem bir yerdir. Burada hayat bir başkadır. Aşk, sevgiyse çok daha başkadır. El ele aşkları yoktur. İlişkiler maçlara benzetilir, sürekli bir gol atabilme yarışı vardır. 90 dakika bitince de herkes tesislere çekilir. Beyoğlu biraz da küf kokar. Betonermeyle sıvalı tuğla arasında kalmıştır; insanlar ayak uydurmakta zorlanır. O yüzden anneye “Zor be anne, çok zor, çok zor” itirafları gerçektir.
Ada ise, izleyiciye detayları aktarılmasa da aşk dünyasında pek de şansı yaver gitmemiş, sevimli mi sevimli, ama açık sözlü, klişe tespit timinin lideri gibi yürüyebilen, ağzı laf yapabilen ve aynı Alper gibi iç dünyasında fantezilere sahip olan, naif, aşk böcüğü gibi bir karakterdir. Filmin yemidir Ada aslında. Ada da retro takılmayı sever. İnsanların kendisinde “ne olmak istiyorsan şimdi osun” culuk oynamayı ister, zaten o işi de yapmaktadır. Çocuklar kendisine gelip özel günlerinde ne olmak istiyorsa onun kıyafetini diktirmek ister, Ada da diker. Alper’le başlayan ilişkilerinde de aslında olan şey, bundan farklı değildir. Kaybolmuşluk arasında kendi içlerinde bir birlerini ararlar Alper ile Ada.
Bunları sakın harika şeylermiş gibi algılamayın. Büyük bir senarist için bu tip şeyler basit şeylerdir. Issız Adam Türk filmlerine nazaran gayet kaliteli yazılmış ama tür olarak yarıştıklarıyla arasındaki mesafe, dağlar kadardır. Dünya sinemasında çok fazla çok daha iyisi vardır... Her ne kadar içimizdeki GERÇEK anlatılsa da çoğu diyalog, çoğu olay biraz kantinkuntin kalıyor filmde. Yani “o öyle olmaz yaaa” diyebileceğimiz sahneler var. Örneğin Alper’in Ada’yı tavlama şekli. Beyoğlu'nda bile, en karaktersiz bayan bu kadar ucuz değildir, hele ki yıldırım aşkı yoksa. Ada’nın da yansıtılan karakterinin güçlü olduğunu farzedersek, bu kısmın fantezi olduğunu sayabiliriz. Ada'nın normal şartlarda Alper'in kafasını kırıp polis çağırması gerekirdi:))
SPOILER VAAAĞĞ:
Zaten Alper’in yaptıkları da biraz anormal. Özgürlüğüne düşkün, o kızla bu kızla gönül eğlendirmeyi seven, Ada’ya da GERÇEKTEN aşık olmadığını düşünürsek, birinin ayrılık sonrası bombok olması pek olası değil. “Ya halbuki ben gerçekten aşıktım” da diyemiyor Alper. Sadece onunla çok mutlu olabileceğine inanıyor kuru kuruya ve pişmanlık duyuyor. Tek toka bile içinin ölmesine yetiyor. Her suratta onu görebiliyor, anılarının geçtiği yerlerde anı tazelemeyi seviyor. Sondaki monolog işte çok ustaca hazırlanmış. Monologla film bitirmek gerçekten deli işi, ama Çağan alnının akıyla çıkabilmiş bu işten. Kutlamak gerek. Zaten o sarılma olayı da kopuş anı. Yüz yüze söylenen yalanların ardından gerçek bir duygu boşalması ve ardında kalan iki sulu bakış herşeyi özetliyor. Sevgi kolay kazanılmıyor ama kolay kaybediliyor. Acısı da pişmanlığı da derin oluyor ve bazılarınınki, ne olursa olsun, ne kadar zaman geçerse geçsin, geçmiyor. O kabuk ara ara kan vermeye devam ediyor ve karakterler ıssızlığına gömülüp tesislerine geri dönüyorlar. Belki de asla gerçekleşmeyecek, kendi kafalarında ikinci bir sonu, mutlu sonu yazmak için...
Filmin beni etkileyen tarafı bu yönüydü açıkçası. Flashback şeklinde gösterilen, iç ses şeklinde de açıklanan sahneler çok doğal, çok "ben" ve çok gerçek. Ada'nın Alper'in yastığını koklaması, fotoğrafına dokunması filan katlanılması zor sahneler. Oyunculuk zaten tavan yapmış bu sahnelerde. Ha bir de filmin sonu Atlas pasajında geçiyor. Ben de orada izledim. İlginç oldu aklıma gelince :)
___
Dikkatimi çeken bir diğer şey de bu filme büyük bir genç izleyicinin talep göstermesi ve "ayyy geberdim ağlamaktan gııııı" diye de yorumlarda bulunması. Çok samimi gelmiyor bana bunlar çünkü herkes biliyor yeni neslin ne kadar sığ düşündüğünü, yeni moda ilişkilerinin ne olduğunu. "Ya ben öyle değilim" demeyin, çoğunluktan bahsediyorum. Yani erkekler artık "GOL" peşinde, kızlar da kısa süreli eğlence... Zaten ortada hormonlardan başka birşey yokken, bu filme niye ağlarsınız ki? Anca Alper'in yaptığı öküzlüğü yapmışsınızdır ve başınıza geleceklerin, kafanıza bazı şeylerin dank ettiğinde çok geç olduğunu düşünür, daha oracıkta içiniz yanar ve ağlarsınız veya Ada gibi severken anlamsızca terkedilmişsinizdir ve mutluluğu ait olmadığınız kucaklarda, penislerde ararsınız ve o yarımlıkla, çaresizce elinizdekilerle yetinmeyi bilirsiniz, bilmişsinizdir ve ağlarsınız... Belki de gerçekleşmeyecek mutlu sonunuz aklınıza gelir, anca öyle, ama asla ortadaki hikayeye balıklama ağlayamazsınız. Yanındaki sevgilisine daha sıkı sarılanlar filan oldu ya, anlamamış adam filmi n'apsın!
Filmin artıları & eksileri
+ MSN, Facebook iletilerini süsleyecek cümlelere yer vermesi. "Sen dizime yattın, ben bir hikaye anlattım ve sen büyüdün" gibi. Gerçekten birini "büyütmüşseniz" etkilenmemeniz mümkün değil.
+Alper'in annesi rolündeki teyze döktürüyor. Büyük oyuncuymuş gerçekten.
+Dekorlar çok başarılı. Aslında dekor değilmiş gibi dursa da, çoğu mekan dekor.
+Figüranların sayısı çok fazla ve buna rağmen doğallık yitirilmemiş
-Bazı yapmacık diyaloglar ve sahneler
-Abartı sahneler (Alper'in Ada'nın üstüne ilk çıkışı ve sonraki yatak sahnesi, adam öldü sandık!)
-Filmde ilerleyen zamanın izleyiciye yansıtılmaması.
-"Kalabalık içindeki yalnızlığı" sadece bir sahnede genel planda sunması. Daha fazla manzara daha etkili olabilirdi.
-Filmin adında kelime oyunu olması. Çok gereksiz.
...Karın üzerinde donuyorsun, uyku tatlı geliyor ama farkında değilsin, ölüyorsun!
Filmin müzikleri harika demiştik. Örnek verelim. Ayla Dikmen'den "Anlamazdın"
Bir diğer iç yamultan parça da Nil Burak - "Yalnızım Ben"
2 yorum:
filmi oldukça iyi anlatmışsın.tebrik ederim beğendim:)
ben filmi gerçekten beğendim sadece o müstehcen sahnelerin bazıları dışında.öyle çok tutucu bi insan değilimdir ama rahatsız oldum işte.
ve özellikle "Yanındaki sevgilisine daha sıkı sarılanlar filan oldu ya, anlamamış adam filmi n'apsın!" şu cümleni çok sevdim.ben biçok yerde alpere içimden küfürler ettim.hatta filmden çıkınca yorumum şu oldu,sevgilimle gelseydim,izlerken tekmeleyip terkedebilirdim:)
beğendiğine sevindim :))
Filmdeki karakterlerin aslında ikisi de "sevilecek" karakter değil. Sadece yaşadıkları bize yakın geldiği için, empatinin gölgesinde izleyici her iki karaktere de sahip çıkıyor. Erkekler erkeğe, kadınlar kadına... O yüzden sanıyorum ki o sarılmalar filan oluyor... Ha tabii sarılma nedeni şey ise "Ya sefgilim, görüyorsun kaybedenler kulübünden bir çifti, onlar gibi olmayalım, hırgghhh (sarılma efekti:P)" diyorsa amenna, ama sanmıyorum ben :)
Ha bir de bir şeyi yanlış biliyormuşum, Çağan bu filmden köşe olmamış, yapımcı şirket olmuş. Adam almış parasını sonra eyvallah. Pişmandır sanırım :)
Yorum Gönder