11 Ocak 2009 Pazar

The Curious Case of Benjamin Button

Geçen sene Zodiac ile Fincher açlığımı biraz olsun bastırmıştım. İyiydi, hoştu da, yine birşeyler eksik dedirtiyordu. Panic Room'u zaten hiç hesaba katmıyorum. Fight Club'tan beri şöyle istiyordum ki Fincher gelsin tokatlasın beni, yerden yere vursun, kaşım gözüm patlasın... Yani o Finchervari şiddetiyle istiyordum bunları ama ağabeyimiz beni yanlış (yerden?) anlamış. Çok farklı yerden, bel altına vurdu son filmiyle; 160 dakika hem çok zor geçti benim için, hem de çok kolay...

"Yani şu konudan bile şöyle bir trajedi çıkarmış ya, helal" demiştim en son The Wrestler için. Seviyorum bu tarz hayatın içinden hikayeleri. İlla allı pullu süslemeden de insan hayatını izleyiciye sunabilirsiniz, zaten usta yazar-yönetmenlerin de işi bir yerde budur. Ama ben D. Fincher'ın hiç bu taşın altına elini sokacağını düşünmezdim. Yani en fazla Se7en'daki son kadar beni şok ederdi, diye düşünmekteydim ve The Curious Case of Benjamin Button çıka geldi.

Yazar koltuğunda Forest Gump ve Munich'ten tanıdığımız Eric Roth (ona yardımcı olarak da Robin Swicord (bkz. The Jane Austen Book Club) bulunuyor. Ama esin kaynakları Scott Fitzgerald'ın hikayesi... Filmimizde Benjamin Button adında bir bireyin garip hikayesine konuk oluyoruz 160 dakika boyunca.

Şöyle ki, Benjamin diğer çocuklardan farklı olarak dünyaya gelmiştir. Yaşlıdır. Yani ölmekte olan 80 yaşında birinin bedenine sahiptir. Ama tek farkı ölmeyecek oluşudur. Onun kaderinde zaman geçtikçe gençleşmek vardır. Zaten fragman'ları izlediğinizde gözümüze sokulan "garipliğin" bu olduğunu kaçınılmaz olarak görüyoruz. Hikaye ilginç eyvallah diyoruz ama film kendi içerisinde size başka şeyi el altından veriyor, inceden inceden...

Milyarlarca insanın bebek doğuyor ve yaşlı ölüyor. Hiç bir şey hatırlamadan, muhtaç ve yalnız doğup ölüyoruz. Eğer bu düzeni bir kez bile tersine çevirirsek, sizce bir hayat daha mı iyi olur yoksa daha mı kötü? İşte film boyunca derin bir empati sürekli yakanıza yapışıp duruyor.

Ne yapar normal bir insan ömründe? Yürür, konuşur, koşar, okumayı öğrenir, eğitim alır, çalışır, sever, sevilir, ürer, emekli olur, yaşlanır, ölür ve çürür büyük bir bedenle. Bunu tersine çevirdiğimizde de hayatın dinamiklerinin aslında pek de değişmediğini hatta yer yer "allahtan böyle değilmiş ya" dedirttiğine şahit oluyoruz.

____Filmi izlemeyenler için Spoil olabilir____
Benjamin bir çok insan tanıyor hayatında. O gençleşip sağlam bir vücuda erişene kadar da çevresindekiler yavaş yavaş eğilip bükülüyor. Birer birer ölüyor sevdikleri ve bununla yaşamaya alışıyor BB. Bu duygu filmde çok iyi verilmiş. Bu duygu benim peşimi mesela günlerce bırakmamıştı. Tüm sevdiklerim tek tek ölecek ve ben izleyecektim! Büyük bir lanet gibi geldi. Sonra aşk hayatı devreye girdi. Çocukluk aşkıyla, tam orta yaşta bir oldular. İkisi de normal gibi gözüküyordu ve dolu dolu kısa yıllar geçirdiler. Ortaya bir çocuk girdiğinde son tabloyu hayal etmeye çalışmıştım ve boğazım düğümlenmişti. Çocuğunla aynı seviyeye gelmek demek bir baba için en büyük gazaptır belki de. Karısı tarafından özellikle, sevdiği adamın giderek ufalması, hafızasını yitirmesi, o güzel günleri unutması... Yanındaki yoklukla yaşamak da bir eş için şüphesiz büyük bir yürek yarasıydı... İşte bu duyguyu da öğrendik bu filmle; 2 insana 1 aşka ağladık. Böyle olmasaydı keşke dedik (ben dedim en azından) ve benim bittiğim an, günlüğü okuyan kızın fotoğraf arkalarını okuduğu planlarla başladı... BB'ın babalık yönüne çok uzaklardan şahit olduk. Ben çok karmaşık duygular içerisine girdim açıkçası filmden sonra. Yani kostümmüş, ışıkmış, dekormuş, senaryoymuş, bu film elementlerinden anında koptum. Film yakalamıştı artık ve bitene kadar da bırakmayacaktı beni. Bırakmadı da, BB son monologu çok anlamlıydı. Bazılarımız bu hayata bir şey için veya bir kişi için gelir. Onu icra eder, göçüp gideriz. Nasıl doğumuzun veya öldüğümüzün burada pek bi önemi yok. Dünyaya geliş amacımızı bildik ve yerine getirdik mi, gerisi pek de önemli değil... Filmdeki yan karakterlerin de zaten bu azmini gördük sürekli. Örneğin o yüzme meraklısı kadın, geç kaldı dediğimiz anda yapması gerekeni yaptığını gördük. Aynı şekil de onu sokağa bırakan babasının da er ya da geç, amacının aslında ne olduğunu anlayıp oğluna geri dönmesi, hep aynı şeye işaretti...

________________________
Film, seyri kolay ve anlaması çok basit bir film değil. Fincher estetiğine sahip olduğu gibi, biraz da ağır işleyen, 2 zaman arasında gidip gelmelerle kafa karıştıran bir yapıya sahip.

Brad Pitt'e burada bir paragraf ayırmak istiyorum. Gerçekten döktürmüş. Bu rol onun içinmiş yani. O ağır makyaja büründüğünde de, kendi halinde de harika oynuyor yani. Bence bir süre de olsa hayatına Benjamin olarak devam etmiştir :)) Golden Globe veya Oscar ödüllerinden birini kesin alacak gözüyle bakıyorum.

Cate Blanchett de aynı şekilde nefis bir performans ortaya çıkarmış. İhtiraslı genç halini de, hasta yatağında ölmeyi bekleyen hali de muazzam. Ben özellikle orta yaş-ihtiyarlık arasındaki zaman dilimindeki tavırlarına hasta oldum. Artık o "dünyaya parmak atıyorum" kısmını kesmiş atmış, yaşadığı trajedilerle beslenmiş, oturaklı bir karakterle hayatın sırrını çözmüş ama yalnızlıkla da sanki başa çıkamayacakmış gibi davranması yüreğimi acıttı diyebilirim. Dilerim o da ödülünü kapar.
Filmin geride kalan herşeyi aslında harika; dekorlar, ışıkların harika etkiler, farkettirmeden kulağınızı okşayan tınıları, ustaca kotarılmış makyaj ve görsel efektler vs, her biri olması gerektiği gibi hatta fazlasıyla Finchervari değil. Bu adama neler oldu böyle diyebilirsiniz filmden sonra ama açıkçası bayıldım ben. Böyle filmler görsek kendisinden her 5 yılda bir, kafi bence.

The Curious Case of Benjamin Button yakında sinemalarda. Gidin izleyin, farklı, garip bir tecrübeyle sıcak evlerinize dönün. Çoğunuz bir "film" izlemişiğiyle hayatına kaldığı yerden devam edecektir ama ben eminim ki bazılarınız da yatmadan düşünecektir bu topraklardaki amacını. Tabii film size hayatın sırrını filan vermiyor, beklemeyin böyle bir şey filmden elbet ama acı bir gerçeği gözünüze sokmaktan kaçınmıyor: NOTHING LASTS ... 8.5/10

Hiç yorum yok: