6 Şubat 2009 Cuma

Revolutionary Road

Hollywood starı olduğunuzu düşünün. Batan geminin yüzeye çıkan iki değerli yadigarısınız ve sizi bekleyen milyonlara bir tokat indirmek istiyorsunuz. Karşınızda bunu gerçekleştirmek için size yön verecek oldukça iyi ve nam salmış bir yönetmen ve iyi bir de senaristiniz var. Eşlik edecek oyuncular da tam istediğiniz gibiler. Nasıl bir filme dönüştüğünden kısaca bahsetmeliyim.

Frank ve April Wheeler çifti, iki çocukları ile beraber Revolutionary Road’daki evlerinde, deyim yerindeyse, zaman öldüren bir çifttir. Frank sevmediği bir işte 10 saat çalışan bir baba, anne april ise şanssız demekte fayda gördüğüm bir aktristir. Her ikisi de asıl yapmak istedikleri şeyler konusundaki fikirlerini çarpıştırırken, es geçtikleri şeyin ne olduğunu bulmakta zorlanmayacaklardır.

Filmin ağır temposu kendisini son 45 dakika içine saklamış belli ki. İnanmalısınız ki bahsettiğim dakikalar sinema olmaktan çıktı gözümde. Dişlerimi sıktım, yüzümü buruşturdum, en çok da kasıldım diyebilirim. İnanılmaz oyunuculuğu ile Kate Winslet sayesinde zirve yaptı film. İzleyenlerin göreceği çat kapı misafirlik sahnesi birkaç kere daha izlenmeyi hak ediyor.Filmimizin delisinin!!! önemli performansına da ayrıca dikkat çekilmeli.Michael Shannon gerçekten klastı. Leonardo Di Caprio diğerlerinin yanında biraz sönük kalmş desek ve geçiştirsek yeterli sanırım.

Ama asıl alkışlar en çok da Kate Winslet için gelmeli.Karakterin duygu geçişlerini mimiklerinde bu kadar net hissettirebilen oyuncu gerçekten nadir bence.Ne kadar yetenekli bir oyuncu olduğunun bariz ispatlarından birisi.

Alttan alta sorgulanan konulara ilişkin yapılan göndermeler ve geçişler de oldukça başarılı. Modernizmin ağır bir de eleştirisi var ayrıca bünyesinde. Dönemi iyi yansıtan sade planlar ve abartılı ışık oyunları ile de bir geçer not daha alıyor gözümde. Ve en büyük tokatını da sonunda atıyor size.( Tokadı twist şeklinde kullanmak yerine, size oda hapsi vermesi gibi algılayın lütfen!.)

Bittiğinde, nefes alamaz halde bulduysanız kendinizi, muhtemelen artık siz de filmin karakterlerinden biri oldunuz demektir. Wheeler çiftinin nevrotik, zamansız çıkışları ve belirsiz hayallerinde siz de bir parçasınız artık.

Hayallerinin gitgide kendilerini bilediği bir hayatta, yeni bir şeyler yakalama çabasına ilişkin bir film bu. Kazanacaklarınızın, kaybedeceklerinize olan izansız oranını bilemeden, gerçekleşmesi için çabalanan bir yaşama güdüsünün kimi zaman paramparça kimi zaman tümleyici tasviri bu film. Kaçırmayın…

1 yorum:

Volkan dedi ki...

güzel lan raven, elcazına saalık :)) Ben de blogumda şöle mini biş iyazmıştım vaktince:

______________________

Kate Winslet'ta ne buluyorum bilmiyorum ama bu hatundaki doğallık çok hoşuma gidiyor. Titanik'teki hali de son hali de bence harika. Nasıl başarıyor -yine- bilmem ama Revolutionary Road'ta döktürmüş kendisi ... Yani asıl marifet "oynamamak" ya, işte Kate bazı sahnelerde resmen oynamıyor gibi geliyor (ki yurdumuzda oyunculara "nasıl oynanır" eğitimi ve öğüdü verilir, büyük hatadır).

Titanic'ten sonra ikisinin birleşmesi, Sam Mendes ve fragmandan çıkardığım kadarıyla film tahmin edilebilir bir haldeydi ama beni resmen döveceğini bilemedim.

Kültleşmiş ve belki de 10 yıl sonra daha da değeri artacak Amerikan Güzeli'den sonra Sam Mendes çiftlere bakış açısını biraz daha içeri çekmiş. Aile içinde her 2 bireyin de haklı olduğu, haksız olduğu yerlere değinmiş (yani kitapta değinmiş, abimiz de iyi uyarlamış) ve çevre baskısının, geçim sıkıntısının, "çok özel" bir çift üzerindeki tahribatını ele almış...

Bu vardır "biz çok özel çiftiz, biz diğerleri gibi değiliz"... Nah... hiç de bile. Kitap da gerçek hayattan beslenmiş ki bu gerçeği en acımasız yönden bize göstermiş. İnsanların kıskandığı çiftlerin kendi aralarında yaşadıkları sorunlar, çözülmesi dipsiz kuyu gibi gözüken sorulara yer vermiş. Filmdeki tarih her ne kadar eski de olsa, aslında değişen birşeyin olmadığı da vurgulanmış... Hala mutluluğu başka yerde arama gafletine düşüyoruz ve fantezilerimiz için başkalarının ensesine basmaktan çekinmiyoruz. Bu karı olabilir, koca olabilir, komşu olabilir, iş arkadaşı olabilir... Tabii her şeyin anlamı da bazı şeyleri kaybettikten sonra çıkar, bu gerçek de güzel vurgulanmış... sonuçta boğazı düğümlü, biraz sersemlemiş şekilde filme bye bye deniliyor ama Issız Adamcı bir ırk olan bizi ne kadar sarsar, sallar vizyonda, bi fikrim yok.