25 Mart 2010 Perşembe

El Secreto de sus Ojos / The Secret in Their Eyes

“Gözler yalan söylemez!”

Bu sene “Yabancı Dilde En İyi Film” dalında Oscar’ı kapmakla yetinmeyen, ayrıca Haneke’nin son icadı olan “White Ribbon”ı da geride bırakan “El Secreto de sus ojos (The Secret in Their Eyes)”, son yıllarda izlediğim en iyi filmlerden biri olmakla beraber hakkında birkaç kelam ediyor oluşum bile beni heyecanlandırmaya yetiyor.

Arjantin, İspanyol Sineması’nda bir kırılma noktası yaratır mı bu film bilemem; ama benim aklımı yerinden çıkardığı bir gerçek. Ben çok az filme gerçekten “saygıyla eğilmişimdir” ve “El Secreto de sus Ojos” da bunlardan biri benim için. Karşısında saygıyla eğiliyorum; çünkü Juan Jose harika bir yönetmenlik ve senaryo işi çıkarmış. Ayrıca Arjantin Sineması’na göre oldukça cesur kararlar vermiş. İçine kapanık bir film olmaktansa yeri geldiğinde Hollywood’a “Al cicim, buradan yak” demeyi bilmiş. Yeri gelmiş, İngiliz filmlerindeki o tanıdık, harikulade diyaloglara imza atmış, yeri gelmiş Kore Sineması’na selam çakmış. “Karma” bir film tadından öte resmen sinema şöleni çektiren bu filmde pek çok klişe filme damgasını vuran “katili arayan polis / avukat” mevzusuna şahit olacağız. 1999’un Arjantin’inde geçen filmde ajan Esposito’nun hem o andaki yaşadığı durumu hem de 1974’te gerçekleştirilen cinayetin flashback’lerini izleyeceğiz. Bu geri dönüşlerinde de bize sık sık ortağımız olan Romano eşlik edecek.

Filmin senaryosunun son derece orijinal, son derece mükemmel olduğunu iddia edemem; ama kesinlikle çok zeki bir beyinden (Juan yani) çıktığını ve seyircisinin de zeki insanlar olacağını düşündüğünü görebiliriz. Şimdiki zamanla geçmiş zamanın basit bir şekilde bile harmanlanması normal bir senaryodan kat ve kat zorken, bu geçişleri daha da karmaşıklaştırıp; ama aynı şekilde mükemmel bir tempoda, paralel ilerletip Act 3’te klasikleşmiş olay örgüsünden zincirlerini kırıp kural tanımadan sıyrılması ve çift twist eşliğinde perdeleri kapanması karşısında çenemin sol yanından biraz salya akıttığım doğrudur. Bu uzun cümleye çok kısa bir örnek vermem gerekirse, günümüz zamanında A tuşu basmayan daktilonun bu hikâyenin geçmişten nasıl günümüze geldiği ve bu “minicik” bir detayın bile filmde nasıl şahlandırıldığını hayranlıkla izleyeceksiniz. Bahsettiğim “zincir kırma” hadisesi de her izleyiciye hitap eden bir nokta değil. Bazı izleyicilerin burada filmden koptuğunu söyleyebiliriz; sonuçta bu yönetmenin bile bile göze aldığı bir riskti; ama filmden kopmayanlar için de eşsiz bir sinema ziyafeti oldu kesinlikle.


… Ve daha neler neler

Sadece konunun bir kısmının değil, ayrıca ikilinin arasında geçen konuşmalar, yaşadıkları vb. şeyler bana biraz Kore Sineması’nın en iyilerinden olan “Memories of a Murder”ı hatırlattı. Bu tabii ki “karşılaştırma” değil; ama iki filmi de izleyen birinin aklında yanacağı ilk ampul olacaktır. Neyse ki film hiç o “arak” olayına bulaşmamış. Bildiğini okumuş. Cinayet sahneleri kan dondururken ikilinin bar sahneleri de gülme krizlerine sokabiliyor. Irene ile olan aralarındaki “sessiz” bağ çok romantikleşmese de bir iç cız ettiriyor. Gerilim, aksiyon, komedi, romantizm, macera köşelerine film o kadar iyi gidiyor ki, yavaş yavaş, çaktırmadan (Mystic River’ın yapamadığını yapıyor belki burada)… Kendinizi filme bıraktığınızda zaten filminin adıyla karşılaşıyorsunuz. Gözlerdeki sırlara dikkat ettiğinizde, konuşulmayan, hasıraltı edilen veya edilmeyen, filmin içinde pek çok detay bulabileceğiniz gibi, filmin özünü çevreleyen alt-metinlere de gidebiliyorsunuz. Belki de filmden sonra en yakın çevrenizin gözüne daha farklı bakıyor olacaksınız.

Bahsetmeden geçmek istemediğim bir diğer nokta da şu; filmin biraz Hollywood’a gönderme yaptığını belirtmiştim. Filmin bir sahnesinde aksiyon kamera kullanılıyor. Sahne gece ve bir stadyumda, maç sırasında geçiyor. Beş küsur dakikalık, hiç kesilmemiş yani bir Cut’lık bir sahne bu. Gökyüzünde başlayıp inanılmaz kamera hareketleri sonrasında çim sahada bitiyor ve tek çekim! Ve kamera o kadar dinamik ki, o kadar usta kullanılmış ki, arkasındaki prodüksiyonu görmeniz imkânsız. Bu sahne yaklaşık iki yılda hazırlanmış, üç günde çekilmiş ve iki yüz kadar ekstra çekim yapılmış. Editing’i ise dokuz ay sürmüş! Sadece bu sahnenin arkasındaki hikâye böyle sayın seyirciler. Daha fazlasını kendiniz görmeli, artık görünmez Cut’ları bulmaya çalışmalısınız. Kamera arkasını deli gibi merak ediyorum (gerçi yönetmen bunun bir sır olarak kalacağını söylemiş; ama yemem ben).

Kritik edilmesi zor bir film “El Secreto de sus Ojos”. Bahsedilecek çok şey var gerçekten. Örneğin Arjantin ve İspanyol sınırlarına bağlı kalmadan kullandıkları tınılar, müzikler; oyunculuğun ne kadar üst seviyede olduğu, makyaj konusunda da bir o kadar iddialı olduğunu, sinematografik açıdan Arjantin Sineması’nı bir seviye yukarı çıkardığını, ışık-gölge oyunlarıyla nasıl bir noir film atmosferi yaratıldığını yer yer birer paragraf eşliğinde anlatmak isterim. Ama bu sonucu değiştirmeyecektir sizin açınızdan. Emir cümlesi olarak algılamayın; ama filmi bir şekilde bulup izleyip mesut bir şekilde jenerik müziğini dinleyeceksiniz. Abartanlarınız alkışlayabilir de… Kapanmayan ağzınızı, kırpılmayan gözlerinizi ve birkaç dakikalık sondaki şaheser diyalogu hesaba katmıyorum bile. Katamam. 8.5

1 yorum:

SirEvo dedi ki...

Şahane kelimesinin az kalacağı filmlerden. Müthiş müthiş.

http://cineshoot.blogspot.com/2010/04/el-secreto-de-sus-ojos-2009-en-iyi.html