29 Aralık 2008 Pazartesi

Transsiberian

Her şeyin birdenbire saçma sapan bir hale gelmesi filmlerde her zaman ilgi çekici bir meta oluyor, hele ki bu yapı tekinsiz bir atmosfer ve iyi oyunculuklarla şekillendirilirse çok daha ilgi çekici bir hal alıyor. Transsiberian yukarıda bahsedilen tüm öğeleri layığı ile yerine getiriyor ve gerilimin adım adım arttığı, seyri hoş bir öyküye kaynaklık ediyor.

Konusundan çok kısaca bahsetmek gerekirse; Evli ama mutsuz bir çift olan Roy ve Jessie, çalıştıkları kilise tarafından bir görev için Rusya'ya gönderilirler. Bütçeleri kısıtlı olduğu için Çin'den Rusya'ya trenle gitmeye karar veren çift; yine aynı sebepten ötürü kompartımanlarını başka bir çiftle paylaşmak zorunda kalır.

Evli çiftimizi Emily Mortimer ve Woody Harrelson canlandırırken kendilerine Ben Kingsley de eşlik ediyor. Zaten bir filmde Ben Kingsley varsa o filmin başka türlü bir film olacağı tecrübeyle sabit artık aklımda. Keza bu seferde aynı sonuç…

Yönetmenimiz de “Makinist” ile favori filmlerimden birine imza atmış olan Brad Anderson. Kendisini oldukça takdir ediyorum. Burada da bence gayet iyi bir iş çıkarmış. Hikâyedeki yolculuk için harika mekanlar bulmuş ve çekmiş. Karlı ve fotoğraf çekmek için habire kare veren dış dünya nefisti. Ayrıca tekinsiz bir atmosfer için hem klostrofobik hem de olabildiğince agorafobik bir yapı kurmuş olması zaten film için gerekli malzemeyi sunmuş hemen yönetmene. Bir tren ki çok uzun bir yola gidiyor ve hiiiç bilmediğiniz kocaman kocaman dünyalardan geçiyor.Başınıza bir şey gelirse..?

Filmimiz aynen hikayede çuf çuflayan trenimiz gibi ağır ağır anlatıyor mecalini. Arada bir duraklarda duruyor ve yolcu değişimi yapıyor. Sonra yine dingin ama muhteşem manzaralar eşliğinde devam ediyor yolculuk. Bu yolculuk esnasında kahramanlarımızın da her bir duraktaki molaları ve değişimleri çok iyi işlenmiş. İçsel olarak her şeyini planlamamış biri gibi görünse de derli toplu durmaya çalışan koca ve tedirginliğinin nedeni olarak bir anlam veremediğimiz tuhaf eş devinimleri çok iyi yansıtılmış. Kimi izleyicileri sıkacağını düşünsem de bu ağır ağırlık çok iyi geldi bana. Yalan merkezli hikaye örgüsünün ve alttan alta merak uyandıran dramatik yapının hastası oldum diyebilirim.

Aksayan tarafları için “sonu” diyebilirim ama aslında bir sonu var mı onu da bir çözemedim ben. Şehre kar yağsın beklentisi varsa üzerinizde, bir de sıcak bir kahve eşliğinde izleyin filmi. Arada bir tırnaklarınızı yiyebilecek seviyeye de gelirseniz, daha ne isteyebilirsiniz ki. İyi seyirler…